On yıl süren kuşatma sonrasında bile Troya kalesini alamayan Akhalar, içine en güçlü askerlerini sakladıkları tahta bir at yapıp, kalenin önüne bırakırlar. Gidiyormuş izlenimi vermek içinse gemilerini Tenedos'un (Bozcaada) arkasına saklarlar. Kassandra'nın uyarılarına kulak asmayan Troyalılar'ın, bu "hediyeyi" kentin içerisine almalarıyla, Troya kalesi düşer. Homeros bu öyküyü İlyada Destanı'nda değil de, Akhalı savaşcıların yurtlarına dönüşlerinin anlatıldığı, zamansal olarak İlyada Destanı'ndan daha sonra kaleme alınmış Odysseia Destanı'nda anlatmaktadır. Troya Atı ile ilgili arkeolojik bir buluntu yoktur ve bundan sonra da olmayacaktır. Çünkü bu olay Troya Destanı'na sonradan eklenmiş mitolojik bir ögedir. Ancak bazı araştırmacılar, Troya Savaşı'nın geçtiği dönemdeki en etkili savaş aletinin, kaleye uzaktan saldırabilen ve ata benzeyen bir biçiminin olduğunu, bunun da tarihsel süreç içinde dönüşerek mitolojik bir özellik kazandığını öne sürmektedirler. 1930'lu yıllarda kazı yapan Blegen ve diğer bazı arkeologlar ise, Troya'nın bir depremle zarar gördüğünü, daha sonra ise Akhalar tarafından kolayca alınabildiğini; bu nedenle de deprem tanrısının sembolu olan atın böylesi mitolojik bir öyküyle anlatılmış olduğunu ileri sürmüşlerdir. Son dönem kazılarında ise, at kemiklerinin sadece Troya VI (MÖ 1600'ler) döneminden sonra ortaya çıktığı ve giderek yoğunlaştığı saptanmıştır. Bu da Troya Savaşı'nın geçtiği dönemde atın savaşta çok büyük önem taşıdığını ve bu olayın mitolojik olarak bu şekilde aktarılagelmiş olabileceğini ortaya koymaktadır. Troya Atı ile ilgili en eski betimleme MO 670'e (yani Homeros'tan yaklaşık yüzyıl sonra) tarihlenen Mykonos vazosunda görülür. Daha sonraki süreçte ise farklı tarzda Troya Atı betimlemeleri günümüze kadar yapılagelmiştir.