Destan sözcüğü Türkçe'ye Farsça'dan geçmiştir. Fars edebiyatının İslamlık sonrası Türk edebiyatına çok yönlü etkileri içinde İran ulusal destanı Şehname'nin çok özel bir yeri vardır. Bu destandaki kimi efsaneler, kişiler ve motifler Türk halk edebiyatına geçmiştir. Doğu coğrafyasının eşsiz bir destan kaynağı olmasına rağmen, destanın bir araştırma alanı olarak ele alınması, 19. yüzyılın başlardında Avrupa'da Grimm Kardeşler ve Philipp Carl Butmann tarafından başlatılmıştır. Bu araştırmalar kapsamında mitoloji, söylence, masal arasında ayrım yapılmıştır. Bu araştırmalara göre mitolojik tanrılar, doğaüstü yaratıkların anlatıldığı olaylar bütünüdür. Söylence ise, belirli bir zaman ve mekan çerçevesinde, belirli kahramanlardan meydana gelen efsanelerden oluşmaktadır. Masal ise hiçbir tarihsel mekan, zaman ve kişiye bağlı olmadan, serbestçe anlatılan hikayelerdir: "Bir varmış bir yokmuş..." diye başlar ve "evvel zaman içinde, kalbur saman içinde... develer tellar iken, pireler berber iken" diyerek, zamanı, mekanı ve gerçekliği aşan, isteğe göre anlatılan olaylarla devam eder.
Homeros destanları, söylenceleri çok eskiye giden bir geleneğe sahiptir. Gelişimini yüzyıllar sonucunda elde etmiş olan destan dilinde, oldukça arkaik kelimeler ve gramatik özelliklerle söz konusudur. Homeros'un anlattığı kahramanlar dünyası, birçok açıdan ozanın yaşadığı dünyaya değil de, daha eski, ama çok eski dönemlere aittir. Destanda anlatılan kentlerden Miken, Tirnys, Pylos ve Troya; MÖ 1200'lerden sonra varlıklarını sürdürememişlerdir. MÖ 8. yüzyılda Asya kıyısında ortaya çıkan Ionya kentleri ise henüz gerçek anlamda kurulmamıştır. MÖ 11. yüzyıldan itibaren demirden üretilen kılıçlar, mızraklar, ok uçları; Homeros'un destanlarında tunçtan yapılmışlardır. Homeros'tan kısa bir süre sonra yaşamış ünlü ozan Hesiodos da, demirin olmadığı, herşeyin tunçtan yapıldığı bir eski zamandan söz eder. Homeros'un destanlarındaki bazı savaş aletleri daha da eskiye, MÖ 1400'lere kadar geriye gitmektedir. Yani kesin olan şu ki, İlyada ve Odysseia'nın ozanı, Miken uygarlığı ile onunla denk düşen, Troya ve Hitit gibi diğer uygarlıkların en görkemli dönemlerinden beri aktarılagelen bir geleneği devam ettimiştir.
Her şeye rağmen, bu destanlarda anlatılanların, o dönemlerdeki tarihsel olaylarla örtüştüğüne, yani gerçekten yaşanmış olduğuna inanabilir miyiz? İnanabilsek bunu nasıl yapabiliriz? Gerçekten Grekli bir prenses Troya'ya kaçırılmış mıydı, Agamemnon, Miken İmparatorluğu'nun kralı mıydı; büyük bir filo ile Troya'ya saldırılmış mıydı; Troya'nın fethedilmesinde Aias, Odysseus, Diomedes, Akhilleus, Nestor yer almış mıydı; Troya'da Priamos diye bir hükümdar var mıydı; Hektor, Paris savaşa katılmış mıydılar? Bu soruları böylece uzatabiliriz.
Ancak kahramanlara ait söylence ve destanların bir tarih olmayacağına biraz önce değinmiştik. I. Ortaylı'nın da belirttiği gibi söylencelerin yazılı kaynaklarla kontrol edilebildikleri bazı durumlarda, tarihsel olayların ne kadar saptırılabileceği görülmüştür. Yazılı belgeler olmadan tarihsel gerçeklere ulaşmak imkansız gibidir. İ. Ortaylı'nın da belirttiği gibi söylencenin Osmanlıcası menkibedir. Öztürkçesi olmayan bu kelimenin anlamı, belirli ölçüde tarihi gerçekliğe bağlı, ancak siyasi nedenlerle dallanıp budaklanmış bir metindir. Yani menkibenin gerçekci bir yanı vardır. Özellikle siyası oluşumlarda menkibe çok önemlidir ve aynı zamanda bir tarihlendirme biçimidir. Buna örnek olarak Roma'nın kuruluşunu verebiliriz. Bu söyleceye göre Tiber kıyısında 750 yıl önce bir kurtun emzirdiği "Romus ile Romulus" tarafından kurulmuştur. Bu söylence ile coğrafya arasında bir bağlantı kurmaya çalıştığınızda kurtların Avrupa'da sadece bu bölgede yaşadıklarını görüyoruz. Demek ki kurtların çok yoğun olduğu bir yer, tarihte eşine rastladığımız gibi bazı çocukların kurtlar tarafından kaçırılmış olması da olasıdır. Ayrıca arkeolojik kazılarda Tiber kıyısında böyle bir köyün varlığı söz konusudur, ancak bu küçük köy, büyüyüp Roma'yı oluşturmamıştır; bu arkeolojik olarak ispatlanmıştır. Romus ve Romulus'u ele aldığımızda, bu özellik Roma kentine ilahi bir karakter katmaktadır. Bu nedenle ilahi kahramanların bu menkibeye dahil edilmesi gerekmiştir; bunu da Augustus'un şairi Vergilus, Aeneas Destanı ile yapmış ve Romalıların soyunu, ilahi kahramanlara, Troyalılara bağlamıştır. Yani bazı gerçekler, diğer bazı gerçeklere monte edilerek, parçalı ilahi bir tarih yaratılmıştır. Benzeri bir durumu Rusların Igor Bölüğü Destanı'nda görüyoruz. Bu söylencenin kayıtları çok önceleri tutulmuştur, ancak 1812'de Napolyon istilası sırasında Moskova yangınında hepsi yanmıştır. Bunun üzerine, Puşkin yanan belgelere dayanarak destaı yeniden yazmıştır ve bu destan Rus devletinin çıkışını anlatmaktadır. Osmanlı Devleti'nin kuruluşu ve sonrasındaki olaylarda da menkibe benzeri özellikler görülmektedir. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu'nun kurulduğu Söğüt kasabası ve onun etrafında büyüyen ilahi tarih halkaları genişledikçe genişler, ancak bunların ne kadarının gerçek olduğunu bilmemekteyiz; ancak kesin olan imparatorluğun belirli bir tarihte, belirli bir coğrafyada doğup, büyük bir siyasi güce dönüştüğüdür.