Savaşla ilgili elimizde birebir yazılı belgeler olmasa da, aslında elimizdeki buluntular hiç de o kadar kötü değil. Çünkü Troya Destanı çok eski karanlık dönemlerde değil, arkeolojinin az da olsa yazılı belgelerle ortaya koyduğu Son Miken döneminde meydana gelmiştir. Troya ise, 1863’deki Calvert kazılarından beri keşfedilmiştir ve özellikle 1988-2005 yıllarındaki Korfmann kazılarıyla gizeminden bazı sırları daha araştırmacılarla paylaşmıştır. Miken kültürü hakkında arkeolojik anlamda oldukça fazla bilgiye sahipiz. Bunlarla birlikte Hitit metinlerinde adı Wilusa olarak pekçok kez geçen Troya ve destanlarını aydınlatan ışık Doğudan, Anadolu’dan gelmektedir. Son yıllarda İlyada Destanı’nın Gılgamış Destanı ile olan ilişkileri ve benzerlikleri arasında görüşler ağırlık kazanmakta.Özellikle Gılgamış Destanı’nındaki olayların anlatım tekniği ve kahramanların kendi aralarındaki mücadelenin İlyada Destanı’nın temelini oluşturduğu her geçen yıl biraz daha yoğun bir şekilde tartışılmaktadır. Hatta bir Hitit destanı olan ve M.Ö. 1600’lerde kuzey Suriye’deki Ebla kentinin feth edilmesini anlatan Özgürlük Şarkısı ile İlyada Destanı arasındaki benzerlikler, oldukça dikkat çekicidir. Sayısı hergeçen gün artan araştırmacıların bir bölümü, Homeros’un İlyada Destanı’nda çok daha eski Doğulu anlatım öğelerinin yer aldığını kabul etmektedirler. Bu konudaki araştırmaların önümüzdeki yıllarda yeni sonuçlar ortaya koyacağı kesin. Bu alandaki çalışmların Homeros, destanlar ve Doğu kültür geleneği konusunda yeni ve ilginç sonuçlar verebileceğini düşünebiliriz.
Ancak aslında herşey 1868 yılında başlar. Homeros tutkunu zengin Alman işadamı Heinrich Schliemann, Troya’yı bulmak için çıktığı yoluculuğundaki son durak Çanakkale’dir. O zamana kadar Troya olarak kabul edilen Pınarbaşı (Ballı Dağ)’ndaki kazıları sonuçsuz kalmıştır. Bineceği gemiyi kaçıran Heinrich Schliemann, Çanakkale’nin tanınmış simalarından Frank Calvert’le tanışır. Calvert aslında daha 1863 ve 1865 yılında küçük bir bölümümü satın aldığı Hisarlık (Asarlık) Tepe’yi kazmış ve buranın Troya olabilceği konusunda yazılar yazmıştır. Ancak bazı maddi zorluklar nedeniyle istediği büyük çaptaki kazılarını gerçekleştirememiştir. Schliemann’da Calvert’de olmayan para, hırs ve disiplin vardır. Böylece önce 1870’de ama 1871 yılında gerçek anlamdaki Troya kazıları başlar ve sansasyonlarlar, skandallarla Schliemann’nın ölümü 1890’a kadar aralıklarla sürer. Ölümü sonrasında Schliemann’nın mimari Wilhelm Dörpfeld 1893-94 yıllarında kazıları devam ettirir ve halen kısmen geçerli olan Troya tabakalanmasının temelini atar. Uzun bir aradan sonra Carl Blegen 1932-38 yılları arasıda Troya oldukça detaylı kazılarını gerçekleştirir ve bu çalışmalarını 1950’li yıllarda 8 cilt olarak yayınlar. Blegen’nin söz konusu bu yayınları halen Ege arkeolojisinin temel kaynağı olarak kabul edilir. Blegen kazılarından 50 yıllık uzun bir aradan sonra, 1988’de Manfred Osman Korfmann yeni dönem kazılarını başlatır ve ölümü 2005 yılına kadar bu çalışmalarını çok önemli buluntularla devam ettirir. Korfmann kazılarının farklı alanlarda pekçok yeni sonucu vardır, ancak en önemlisi önceki hafirler tarafından olduğu düşünülen Troya aşağı kentinin kazı, ölçüm ve yüzey araştırması ile ispatlanmasıdır. Troya’da M.Ö. 2500’lerde başlayan kale-aşağı kent yerleşme sistemi, savunma sistemi ile birlikte değişiklikler göstererek M.Ö. 10 yüzyıla kadar devam etmiş, daha sonra yaklaşık 250 yıl sürmüş bir zayıf dönemden sonra, Hellenistik ve Roma Dönemi’nde yeniden eski görkemine kavuşmuştur. Ancak bu yerleşim silsilesinde Troya en güçlü olduğu döneme, M.Ö, 1500-1200 yıllarında ulaşmıştır. Batıya baktığımızda ise, Miken merkez yerleşmeleri ile aynı dönemde, Troya’nın doğunun en batısındaki en güçlü bir kenti olduğunu görmekteyiz.. Çanak çömlek buluntuları Troya’nın Miken dünyası ve Akdeniz havzasındaki diğer merkezlerde ilişkide olduğunu bize göstermektedir. Homeros’un İlios’u Tunç Çağı Grekçesinin Wilios’u, Ege’nin güç merkezleri gibi, M.Ö. 14. yüzyıla tarihlenen Mısır anıtlarında Wiriya, yani Wiliya, çok sayıdaki Hitit metinlerinde ise Wilusija ya da Wilusa olarak geçmektedir. Anadolu’nun kuzeybatısında, onun kadar güçlü ve görkemli başka bir kent yoktur.
Schliemann, Dörpfeld, Blegen ve Korfmann kazı sonuçlarına göre M.Ö. 14. yüzyılın sonlarında şiddetli bir deprem kenti yerle bir eder. Böylelikle arkeologların Troya VI olarak adlandırdıkları dönem biter. Daha sonraki Troya VIIa (=VIi) olarak tanımlanan gelişim evresinde kent biraz zayıf düşmüş de olsa, kısa sürede eski gücüne kavuşur. Surlar ve girişler güçlendirilir. Zayıf olan batı girişi kapatılır. Aşağı kentteki savunma hendeği ve duvarları işlevini sürdürmektedir; ancak M.Ö. 1180’lerde bu kez kent yangın ve kaybedilmiş savaşa işaret eden bir felaketle son bulur. Korfmann kazılarında bulunan, kalenin yakınlarında gömülmeden bırakılmış iskeletler, ortalığa dağılmış ok ve mızrak uçları, çok sayıda gruplar halinde kullanılmadan bırakılmış sapan taşları buna işaret etmektedir.
Homeros’un destanlarında anlatılan felaketlere uygun ve yine o zaman denk düşen bir felaket yok etmiştir Troya kentini.
Peki ama, bu buluntular ozanımızın destanını ispatlamış mıdır?
Kesin cevabı vermek çok zor, ancak Troya’ya karşı yapılmış bir saldırı ve bir savaş ve bunun sonucundaki yangınla ortaya çıkan büyük bir tahribat kesin.
Acaba arkeolojik bilgi noksanlıklarımızı doldurmak için söylenceler, destanlara başvurmak doğru bir yol mudur, bilemiyoruz. Arkeolojik veriler bize saldıranların Grekler olup olmadığını, komutanlarının Agamemnon mu yoksa başka biri mi olduğunu söylecek durumda değil. Greklerin binden fazla gemileriyle gelmedikleri, on yıllık bir süre savaş için Troya kıyılarında kalmadıkları kesin. Sadece lojistik açıdan baktığınızda bile böyle bir şey imkansız görülmektedir. Ancak Grek ordusunun güçlü bir ordu olduğu Troya’nın savunma sisteminden anlaşılmaktadır. Thukydides bile Homeros’un İlyada Destanı’nında savaş gemilerinin sayılarla ilgili verdiği bilgilerin abartılı olduğunu belirtmektedir. Thukydides’e hak vermekle birlikte, "suçlunun" Homeros değil de "söylence" olduğunu da belirtmekte yarar var. Grek yurdunundaki bütün güçlerin biraraya geldiğini düşünmek bile zor bir olasılık gibi görülmekte; çünkü ölüm kalım meselesi olan Pers Savaşı sırasında bile, tüm Grek güç merkezleri biraraya gelememiştir. Böylesi bir güç ortaklığı, bir olasılıkla Miken İmparatorluğu’nun çok derin bir kriz yaşadığı ve ardı ardına Theben, Pylos, Miken’in saldırılarla yerle bir olduğu M.Ö. 1200’lerde söz konusu olabilirdi. Elimizdeki verilerden, Grek yurdundaki bu saldırı ve felaketin Troya’daki savaştan (Troya Savaşı?) önce mi, sonra mı olduğunu çıkartamamaktayız. Ancak kesin olan iki olay arasında çok fazla zaman farkı olmadığıdır. Acaba Miken kralı Troya’yı fethettiğinde, yurdunda kendine ait bir sarayı halen var mıydı, bilemiyoruz. Destanlar bize Miken İmparatorluğu’ndaki bir hükümdarın düşüşünden bahsetmekte, ama sarayların yıkılması gibi olayların sözü geçmemekte.
Daha önce de belirtildiği gibi destanlar bize Son Tunç Çağı’nda genel durumla ilgili doğru olan bazı bilgiler verebilmektedir. Bu bilgilerle ortaya şöyle bir resim çıkartabilmekteyiz: Güç merkezlerinin Argos, Korinth ya da Smyrna’da değil de Tiryns, Sparta, Pylos, Theben, Iolkos, Knossos gibi yerlerde olduğu ve insanların Grekçe konuştuğu bir Miken İmparatorluğu ile karşı karşıyayız. Bunu, Miken ve Pylos’daki saray arşivlerinde bulunan ve 1952 yılında itibaren çözülmeye başlayan ve Grekçenin erken bir lehçesi dille yazılmış Liner-B olarak adlandırılan tabletlerden bilmekteyiz. Söz konusu bu tabletlerde, maalesef günlük olaylarla ilgili tarihsel bilgiler yerine, önmesiz yönetim ve bürokratik bilgiler yer almakta. Bizler için çok faydalı olmasalar da, bu tabletlerdeki bilgiler Homeros dilinin, Miken dönemine kadar geriye giden bir geleneğe sahip olduğunu bize göstermektedir. Klasik dönemde kullanılmayan ama M.Ö. 1300’lerde oldukça normal olan Homeros’da okuduğumuz bazı isimleri bu tabletlerde yeniden bulabiliyoruz. Bu yazılı belgelerde, bir olasılıklar savaş ganimeti olarak adalar ve doğu Ege’den Pylos’a getirilen Miletli, Knidoslu Lemnoslu ve Aswialı kadın işçilerin isimleri sıralanmakta. Hatta Troyalı kadın isimlerine bile rastlamaktayız. Ancak buna karşın Homeros destanlarındaki kahraman isimlerine ya da Miken, Pylos’da kimin kral olduğu, Troya ile yapılan savaş, ya da savaş hazırlıkları gibi hiçbir bilgi bu tabletlerde yer almamaktadır. Bu bilgiler bizi sadece Troya Savaşı tarihinin eşiğine kadar getirmekte ve orada bizleri yalnız bırakmaktadır.